Bahçeli’nin eli, DEM’in yumruğu

Hafta sonu MHP lideri Devlet Bahçeli, kendi talimatıyla MHP’ye yakın Türk Akademisi Siyasi Sosyal Stratejik Araştırmalar Vakfı’nın organize ettiği "Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp" Sempozyumu’nda konuştu.

Diyarbakır’da doğup, Ankara’da ölen İttihatçıların ideoloğu, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının Ankara’daki fikri kutuplarından Ziya Gökalp’i anmak için daha iyi zamanlama olamazdı.

Ziya Gökalp’ten seçtiği cümlelerle açılımını sürdürdü:

"Şu sözler merhum düşünürümüze aittir, 'Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımlardan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.”

Bu cümleler, Ziya Gökalp’in 5 Haziran 1922’de Küçük Mecmua’da yazdığı “Türkler’le Kürtler” başlıklı yazısından.

Gökalp o yazı boşu boşuna kardeşlik nutku atmak için de yazmamıştı.

Tam o günlerde Lozan Görüşmeleri’nde Musul masadaydı. Türkiye’nin tezi Musul’un Arap değil, Kürt ve Türk olduğu, Kürtlerin Türkiye’ye bağlı olduğuydu.

Gökalp, bu müzakereler sürerken İngiliz tezlerine karşı yazdığı makalesinde Türkler ve Kürtlerin “muazzez vatanımızı düşmandan, mukaddes dinimizi fesattan esirgemek için daima birlikte cihada atılmış iki dost millet” olduklarını yazmıştı.

Türkler ile Kürtlerin birbirlerine en çok benzeyen iki millet olduğunu anlatmış, “bin senelik müşterek din, müşterek tarih, müşterek bir coğrafya neticesi olarak hem maddî, hem manevî bir surette birleştiklerini” vurgulamıştı.

Yani ortada yine bir dış tehdit ve bir iç cepheyi güçlendirme çabası vardı.

Bahçeli sadece sempozyumunun adına düzenlendiği Gökalp’ten cümleler aktarmakla kalmadı.

Gökalp’in dışına da çıkarak Dersim mebusu Diyap Ağa ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’den de örneklerle verdi:

“Birbirimize girerek düşman sevindirmeyeceğiz.

Kasım 1922’de Tunceli Mebusu Diyap Ağa bakınız TBMM’de neler söylemişti:
“Hepimiz biriz, kardeşiz.
Ama düşmanlar bizi birbirimize düşürmek için tuzaklar kuruyorlar.
Sen şöylesin, ben böyleyim, diye hile yapıyorlar.
Ne yapsalar nafile. Aslımız, neslimiz hep birdir. Biz hep kardeşiz.”
Hemen ardından kürsüye çıkan Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in sözleri de muhteşem niteliktedir:
“Efendiler, bendeniz Kürt oğlu Kürt’üm.
Biz Kürtler, Avrupa’nın Sevr paçavrasıyla verdiği hakları, hukukları ayaklarımızın altında çiğnedik.
Türklerle beraber kanımızı döktük ve onlardan ayrılmadık.
Ayrılmak istemedik. Hiçbir zaman da istemeyeceğiz.”
Az evvel değindim üzere, Siyonist terör çetesi Anadolu’yu çevrelemek maksadıyla küresel cinayet ve rezalet mekanizmasında toplaşan diğer Türkiye düşmanlarını yedeğine alarak üzerimize gelmeyi planlıyor.
Gazze’yi yurdumuza taşımak istiyorlar.
Bunun için istihbarat tezgahlarına, kapalı devre oyunlara ve işbirlikçi tahriklerine müracaat ediyorlar.
Lütfen uyanık olalım, birbirimizden kopmamız projelendiriliyor.
Birbirimize yüz çevirmemiz, surat asmamız, el uzatmak yerine yumruk sıkmamız dayatılıyor.”

Bahçeli, arkasını fikri olarak doldurmaya çalışıp elini diyalog için uzatmaya devam ederken yine hafta sonu Parti Meclisi’ni toplayan DEM Parti’den yumrukları sıkılmış bir nutuk çıktı.

Bu diyalog için konuşan değil, demode bir terminolojiyle slogan atan bir bildiri.

İnsanın aklına Vizontele filmindeki solcu tiplemeleri getiriyor.

Sanki Ankara’da Meclis’te grubu olan milyonlarca Kürt’ün oyunu alan bir partinin metni değil de, Beyoğlu’nda 50 kişiyle yedinci kongresini toplayan bir Stalinist partinin “devrimci kamuoyuna çağrı” diye başlayan bir polemik yazısı:

“Emperyalist kapitalist rekabetin doğasındaki savaş eğiliminin giderek güç ve yaygınlık kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Yerel/bölgesel düzeyde ve vekil güçler eliyle süregiden çoklu savaşların yerini büyük güçler arasında doğrudan ve topyekûn karşı karşıya gelişlere bırakma ihtimalinin uç verdiği koşullardan geçilmektedir.”

“Küçük sosyalist parti Ortadoğu analizi” diye prompt girince Chat GPT'den de yazdırılabilecek “büyük resmi görmekten” önündeki fırsatı göremeyen şu analizler mesela:

“Türkiye ve Kürdistan bu coğrafyanın ve çoklu denklemin tam ortasında yer almaktadır. Halkların kendi kader ve geleceklerini belirleme haklarını egemenlerin elinden söküp almaya en çok ihtiyaç duydukları şu günlerde, bu potansiyeli açığa çıkaracak olanlar ise ideolojik-politik ufku ve örgütlü gücüyle sömürgeciliğe ve faşizme karşı mücadelenin en önünde yürüyen Kürt halk hareketi başta olmak üzere devrimci hareketler, kadınlar, sosyalistler, ezilenler, yoksullar, emekçiler ve onların ittifaklarıdır.”

90’lardan bu yana bağımsızlık iddiasından vazgeçtiğini söyleyen bir hareketin, tam da birlik merkezli bir diyalog başlamışken “hakların kendini kaderini belirleme hakkı” gibi arkaik Leninist kavramlarla konuşmaya başlaması siyasetten hiçbirşey anlamadıklarını gösteriyor.

Bahçeli’nin sözcülüğünü yaptığı açılıma karşı metindeki en pozitif bölüm ise şurası:

“Yıllardır büyük bedeller ödeyerek her koşulda savaş karşıtı cepheyi büyütme ve barış talebini toplumsallaştırma mücadelesi veren partimiz, normalleşme söylemlerinin halklarımıza karşı mevcut sorunların perdelenmesi amacıyla kullanılmasına izin vermeyecektir. Çözüm tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi olumludur; ancak geçmişteki “teslim alma” söylemlerinin yeniden dillendirilmesinin siyasal, tarihsel ve toplumsal bir sorun olan Kürt sorunu ve Türkiye’nin sorunlarının çözümüne katkı sunmayacağı açıktır.Partimiz, toplumsal sorunların çözümü için tüm muhatap ve tarafları önemsemekle birlikte asıl çözümün, iktidardan bekleyerek değil Türkiye’nin tüm işçi, emekçi ve ezilen kesimleri ile halklarının katıldığı örgütlü bir sürecin inşa edilmesiyle mümkün olacağına inanmakta ve yıllardır bunun için mücadele etmektedir.”

Kendi meselesinin bile muhatabı olamayan, varoluşun sebebi olan problem ile ilgili yıllardan sonra mucizevi sayılabilecek bir el uzanmışken hala başka meselelerin çözümünün öncelikli olduğunu iddia eden, “örgütlü sürecin inşa edilmesi” gibi boş gösteren devrimci aktivist sloganlar atan, naftalin kokusundan baygınlık veren uzun nutuğun en dikkat çekici yeri ise şu paragraf:

“Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının kazanımlarını yıllardır boğmaya çalışan AKP-MHP iktidarının işgal ettiği bölgelere yerleştirdiği çetelerin tasfiyesi gündemdedir. Güney Kürdistan’a yönelik işgal ve ilhak politikaları ise ciddi bir çıkmazın içine girmiştir. İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını kendi yayılmacı politikaları için handikap ve çıkmaz olarak görmektedir. Kürt halkının kazanımlarının yok edilmesi üzerinden bölgesel güç olma hevesleri berhava olan ve dış politikada yalnızlaşan rejim için bu gelişmeler, iç siyasi dengeleri de ziyadesiyle etkilemektedir.”

Gerçekten bu bölümü TBMM’de oturan, haftada bir Meclis’i yöneten, 50 şehrin belediyesini kontrol eden bir siyasi partinin yazmış olduğuna inanmak çok zor.

Meclis’te, beş metre ilerisinde oturan partilere “rejim” demek bir yana, savaştaki düşmandan bahsediyormuş gibi bahsettiğin aktörlerin uzattıkları eli de sıkmamak gerekir.

Bu metnin Ankara’dan yazılmadığını gösteren çok sayıda askeri terminoloji ve coğrafi konumlanma ibaresi var paragrafta. Aynı zamanda bu metnin Ankara’da siyaset yapan değil, dağlarda savaşan birilerinin zihnini yansıttığı da açık.

Zaten DEM Parti ile ilgili temel problem de bu.

PKK, DEM Parti’den sadece kendi savaşının siyasetini yapmasını istiyor. Halbuki siyaset için muhataplarınla konuşman gerekir, onlara nutuk atman değil.

Ama paragrafın en dikkat çekici yeri bir fırsatçılığı ele veren cümle:

“İran’ın savaş çemberine alınmasıyla bölgede yaşayan Kürt halkının belirleyici bir politik özne olarak güç kazanması olasılığını..”

Daha önce bu köşede yazmıştım. PKK’nın içindeki bazı gruplar ve kişiler İsrail’in bölgede artan askeri gücünü, İran’ın gerilemesini ve Türkiye-İsrail arasındaki şiddetli husumeti PKK için bir fırsat olarak görüyorlar.

2011’de İran’a karşı silah bırakmış PJAK’ın dört ay önce kongre yapıp, geçen hafta yeniden İran askerleriyle çatışmaya girmesi de bu fırsatçılığın bir başka sonucu.

PKK, komşu evinin yangınında yumurtasını kaynatmayı fırsat olarak görecek kadar narsist bir örgüt. 2015’de bölgedeki ilçeleri devrimci halk savaşıyla kurtarabileceklerini düşünecek kadar da hayalciydiler.

Zaten bu müzakereler, çözüm adımları savaşarak, kavga ederek sonuç alamadığın için yapılır. İki taraf için de geçerlidir bu.

Ama kendini boy aynasında görmeye devam edip, kibir ve nobranlıkla hala demode nutuklar çekenlere o zaman buyur git savaş, “sosyalistler, kadınlar ve ezilenlerle” söküp alabiliyorsan al derler.

Bahçeli gibi böyle bir çözüme son 40 yıldır direnen ülkedeki en keskin hareketin liderinin uzattığı elin ne kadar ön açıcı olduğunu söyleyenlere hayalci, fazla iyi niyetli sanki bunu söyleyenler MHP ve Bahçeli ile ilk kez tanışmış gibi davranılıyor.

Halbuki o el tam da bu yüzden değerli, önemli ve cesurca.

Ama bu süreçte samimiyeti, güvenirliliği sorgulanacak olan kişi Bahçeli değil.

O yapabileceği en maksimum esnekliği gösterdi, göstermeye de devam ediyor.

İnşallah bugünleri ileride kaçırılmış büyük bir fırsat olarak hatırlamayız.

Bahçeli hala elini uzatmaya devam ediyor, DEM Parti ise kendilerine ait olmadığı açık sözlerle yumruğunu sıkmaya devam ediyor.

Belki de sadece yazının şehvetine kapılmış büyük resmi görmeye çalışan bir solcunun kalemşörlüğüdür bu.

Nutuk atmaya devam ederek diyalog kurulamayacağını umarım fark ettiklerinde geç olmaz.

YORUMLAR (116)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
116 Yorum